ÖMER MARAŞLI


Devletleri Yıkan Hubb-i Riyaset ve Müslümana Yakışan Davranış

Devletleri Yıkan Hubb-i Riyaset ve Müslümana Yakışan Davranış


Hubb-i riyaseti Türkçeye baş olma sevdası, makam sevdası, şöhret ihtirası diye çevirebiliriz.

Tasavvuf müessesesinin mevzuya bakışı şöyledir. ?Mânevî bakımdan ilerleme kaydetmek, nefsânî arzuların tasfiyesi ile gerçekleşir. Fakat böyle bir tasfiyede insanı en son ve en zor olarak terk eden nefsânî arzu; ?makam sevgisi ve baş olma sevdâsı?dır. Zîrâ bu çirkin hâl; kibir, tamah ve hırs gibi pek çok kötü sıfata kaynaklık eden en köklü nefsânî temâyüldür. Bundan dolayı onun gönülden sökülüp atılması pek güçtür ve bu yüzden mânevî terbiyede onun tasfiyesi en sona kalır.?

Devletler tarihine ufak bir göz attığımızda samimiyetle kurulan devletlerin zamanla devletin içindeki farklı güçler tarafından nasıl yıkıldığını görürüz. Osmanlı´nın yıkılışında farklı nedenler aktarılır kaynaklarda. Ekonominin bozulması, askeriyenin bozulması, ilmiye sınıfının bozulması vs. Ancak aslında bunlar sebepler değil belki de kendi menfaatlerini devletin menfaatlerinin üstünde görenlerin davranışlarının sonuçlarıdır ve bu sonuçlar devletin sonunu hazırlayan sebepler olmuşlardır.

Avrupa´ya medeniyeti götüren Endülüs Devletinin yıkılmasında emirliklerin birbirine düşmeleri ve makam hırsları sebep olmuştur. Büyük Selçuklu´nun yıkılışına iç çekişmeler ve kadınların hırsları sebep olmuştur. Anadolu Selçuklu devletinde, devletin en zayıf ve güçsüz zamanlarında dahi veliahtlar, birbirleriyle savaşmaktan geri durmamışlar, zayıf olan devleti daha da düçar halde bırakmışlardır. Sadece bizim devletlerimizde değil, Roma´da, Bizans´ta, diğer büyük imparatorluklarda devletlerin yıkılışını hep iç çekişmeler hazırlamıştır.

Hırs sahibi insanlar sahip olmaktan istedikleri devleti yok etmek pahasına hırslarından vazgeçmemişlerdir. Sadece idari sınıfta değil, askeri alanda, ulema arasında, saray kadınları arasında savaşlar, entrikalar, hileler, ihanetler yaşanmış, birbirinin kuyusunu kazmışlar, birbirinin arkasından iş çevirmişlerdir. Neticede sahip olmak istedikleri devlet tarumar olduğu gibi, binlerce milyonlarca masumun kanına ve günahına girerek Allah katında da büyük bir günaha girmişlerdir.

Günümüzde bir görevli bir makama getirildiğinde hemen liyakat-ehliyet-sadakat tartışmaları alevleniyor. Bunları dillendirenlere kulak verdiğinizde aslında bunu söylerken samimane duygularla değil, koltuk sevdası hırsıyla harekete diyorlar ve zımnen ?onu oradan alın beni oraya tayin edin, ben daha layığım? diyorlar.

Müslümanca duruş bu mu olmalıdır? Tabi ki hayır. Eksikleri olsa da bir kardeşimiz o makama devletin hizmetlerini yerine getirmek için tayin edilmişse, o zaman bize de düşen onu hayırlı işlerinde desteklemek ve yanında durmak, hata yaptığında da Müslümanca bir tavırla onu uyarmak olmalıdır. Böyle bir davranış Yüce Peygamberimizin ?Bir mümin, diğer bir mümin için âdeta birbirini destekleyen bir binanın tuğlaları gibidir.? (Buhâri, Salât, 88) hadisindeki buyruğa daha uygun olacaktır.

 

Vaziyet öyle bir hal almıştır ki; aynı yolu yürüyen insanlar birbirlerinin kuyusunu kazdıkları gibi, aynı vatanı paylaşan ama aynı dünya görüşünü paylaşmayan insanlar, kendilerinden olmayan bir başarıyı insanların lehine olsa bile yuhalamaktadırlar. Yolu, köprüyü, yapılan hizmetleri küçümsemekte, başarılar arttıkça kudurmuşlukları ve saldırganlıkları da artmaktadır. Hedefe giden yolda her yolu mubah sayan ahlaksız makyavelistler, yalanı, iftirayı yüzleri kızarmadan kullanmakta, gerçek ortaya çıktığında da pişkinliklerine ve ahlaksızlıklarına devam etmektedirler. Zaman zaman bu kadar hain, bu kadar alçak bu ülkede ne zaman türedi diye düşünüyor insan.

Biz Müslümanlara yakışan, aynı yolun yolcusu insanımıza destek olmak, işlerini kolaylaştırmak, gerektiğinde arkasını toplamak ve gerektiğinde uygun bir lisanla uyarılarını ?Allah rızası için? yapmaktır.  

Sözlerimi Yüce Mevla´mızın fermanı ile bitireyim: ?Hep birlikte Allah´ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın?. (Ali İmran Suresi 103. Ayet)